Hekimin Hatalı Tıbbi Müdahalesi Sebebiyle Hukuki Sorumluluğu

Hekimin Hatalı Tıbbi Müdahalesi Sebebiyle Hukuki Sorumluluğu

Hekimin Hatalı Tıbbi Müdahalesi Sebebiyle Hukuki Sorumluluğu

İzmir, 29.04.2020

Tıp Hukuku bakımından, tıbbi uygulamaların ve sebep oldukları sorumlulukların anlaşılabilmesi için öncelikle belli kavramların açıklanması gerekmektedir.

Hekim    :    Hukuk düzeni tarafından kendisine tıp mesleğini icra etme ve dolayısıyla tıbbi müdahalelerde bulunma yetkisi tanınmış pratisyen veya uzman, insan sağlığı ile uğraşan ve hastalıkları tanımayı ve iyileştirmeyi kendine meslek edinen kimsedir. Hekimler mesleki faaliyetlerini serbest meslek şeklinde veya özel sağlık kuruluşları ile başkaca kurumların sağlık servislerinde özel hukuk sözleşmesi içinde ya da devlet teşkilatına dahil bir kurumda kamu görevlisi olarak yürütürler.

Temelde dokunulmaz olan insan vücudu, hekimin uygulama alanıdır. Bu nedenle, hekimlik mesleği diğer mesleklerden farklı ve ağır risk taşıyan bir meslektir. Zira hekimin en ufak bir dikkatsizlik ya da tedbirsizliği insan hayatını, sağlığını, bir başka deyişle yaşam hakkını ve sağlık hakkını tehlike altına sokabilmektedir.

Hasta    :    Sağlık hizmetlerinden faydalanma ihtiyacı bulunan kimseyi ifade etmektedir.

Aydınlatılmış Onam    :    Hastanın bilgilendirilmiş onayı herhangi bir tıbbi girişimin ön koşuludur. Kişinin vücudu üzerindeki hakları göz önünde bulundurulduğunda, tıbbi girişimlerde hastanın rızası, bir hukuka uygunluk nedeni olarak aranmaktadır.

Rıza konusunda rastlanılan en büyük sorun rızanın açıklanma şeklindedir. İspat kolaylığı bakımından en sağlıklı şekil, rızanın konusunun spesifik olarak belirtilmesi ve yazılı olarak alınmasıdır. Bazı acil hallerde ise (Trafik kazaları, koma hali gibi) hasta aydınlatılacak veya rızasını ifa edecek durumda olmayabilir. Bu gibi durumlarda, hekimin rızayı beklemeden hastaya tıbbi müdahalede bulunması gerekmektedir. Zira hekimler, resmi ve insani görevleri ve tıbbi deontolaji kuralları gereğince hastayı iyileştirme amacına yönelik gerekli müdahalelerde bulunmakla yükümlüdürler.

* Tıbbi Deontolaji Nizamnamesi’nin 18. Maddesi uyarınca hekim: “zorunlu ve acil durumlarda hastaya tıbbi yardımda bulunmak” yükümlülüğündedir.

Tedavi ve Tıbbi Uygulama    :    Tıbbi uygulama kavramı, tedavi kavramıyla yakından ilgilidir. Yargıtay emsal bir kararında tıbbi uygulama kavramını: “Hekim tababeti yerine getirirken, tıbbı uygularken kişinin yaşamasını düzenlemek, sağlığını sağlayabilmek amacıyla çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu faaliyetler hastalığın teşhisi, gerekli ilaçların verilmesi, cerrahi müdahalelerin yapılması, hastalığın devamlı olarak gözetilmesi, gerektiğinde yan etkili tedavi yollarına, yeni usullere başvurması gibi çeşitli konuları kapsamaktadır…” olarak tanımlamıştır.  Hastalıklardan korunma tedbirlerini, hastalığı belirlemeye yönelik teşhisi, hastalıktan sonraki bakımı da içine alan “tedavi” kavramı, esas itibarıyla hastalığın iyileştirilmesi, hafifletilmesi veya ortadan kaldırılması olarak tanımlanabilir.

Malpraktis (Malpractice)    :    İlaç kullanımından, hastane enfeksiyonlarına kadar tıbbi bakımın her aşamasında ortaya çıkabilecek ve hastaya zararı dokunan tıbbi kusur veya hataları ifade eder.

Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nın 13. Maddesinde tıbbi hata "Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulaması" olarak tanımlanmaktadır. Dünya Tabipler Birliği ise, malpraktisi "hekimin tedavi sırasında standart, güncel uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavisini vermemesiyle oluşan hasar" olarak tanımlamaktadır.

Bu tanımlardan yola çıkarak tıbbi hata (malpraktis) ile tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen ve hekimin hatası olmayan (komplikasyon) durumları birbirinden ayırmak gerekir:

-           Tıbbi hata yukarıda belirttiğimiz gibi, doktorun tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarardır.

-           Komplikasyon ise tıbbi uygulama sırasında öngörülmeyen, öngörülmüş olsa bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuç anlamına gelmektedir. Komplikasyon sonucu oluşan zararın hekimin bilgisizliği, deneyimsizliği ya da ilgisizliği nedeniyle meydana gelmemiş olması gerekmektedir. Bu halde hekimin sorumluluğu yoktur.

Hekimin Tıbbi Müdahalesi

Kişinin hayat, sağlık ve beden bütünlüğü üzerindeki hakkı, kişilik hakkı kapsamında, mutlak bir haktır. Anayasa’nın 17 / 2 maddesi “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” hükmünü içermektedir.

Anayasal hüküm uyarınca, kişinin rızası olmadan yapılan herhangi bir müdahale, kişinin  yararına da olsa hukuka aykırıdır ve kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Rızanın hukuka aykırılığı ortadan kaldırabilmesi için ahlaka, adaba ve kamu düzenine aykırı olmaması gerekir. Hekim tarafından yapılan müdahalenin hukuka uygunluk koşulu; tedaviye rıza gösterilmesi, müdahalenin tedavi amacıyla yapılması ve tıp bilimi kurallarına uygun olarak icra edilmesidir. İnsanın bedensel ve ruhsal sağlığını korumak, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumak hekimin öncelikli görevidir.

Hatalı Tıbbi Müdahale Nedir?

Hekim hatası veya kullanılan teknik ekipmandan kaynaklanan hata sebebiyle ortaya çıkan zararlı sonuçlardır.

Pek çoğu ağır şartlar altında çalışan hekimler, tüm eğitim öğrenim, mesleki donanım ve iyi niyetlerine rağmen; hastalarına yanlış teşhis koyma, yanlış tedavi uygulama, hatalı cerrahi müdahalede bulunma, yanlış ilaç yazma ya da bunlara benzer zararlar verebilir. Hatta kimi zaman hastalarının yaralanmasına, vücut bütünlüğünün bozulmasına hatta vefat sonucuna bile  maalesef neden olabilir.

Son yıllarda, tıbbi hatalar nedeni ile açılan davalar artmıştır. Elbette, her tıbbi müdahale ve tedavi bir takım riskler taşımaktadır. Hatalı tıbbi tedaviden bahsedebilmek için, doktorun tedavi sırasında güncel uygulamayı yerine getirmemesi, beceri eksikliği, hastaya uyguladığı yanlış tedavi veya kullanılan teknik aletler nedeniyle zararın meydana gelmesi gerekir.

Özetle;

-           Bilgi veya deneyim eksikliği ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın vücuduna ya da sağlığına zarar verilmesi,

-           Hekimin hastasına kasti olarak zarar vermesi,

-           Aralarındaki sözleşmeye aykırı davranışta bulunulması,

-           Tıp kurallarının ve kanunun hekime yüklediği sorumluluklara aykırı hareket edilmesi,

-           Tıbbi aletlerin ve teknik ekipmanın yanlış kullanılmasından kaynaklanan zararlar,

-           Komplikasyon sayılmayan malpraktis olarak kabul edilen durumlar,

-           Gerektiği gibi muayene edilemeyen veya yanlış muayene edilen hastanın zarar görmesi hallerinde hatalı tıbbi uygulama söz konusu olur.

Bir tıbbi uygulamanın hatalı olup olmadığı üç farklı açıdan incelenebilir. Bunlar tanı hataları, tedavi hataları ve diğer hatalardır.

1.      Tanı Hataları
Tanı hatası, tedavi öncesinde, esnasında veya daha sonraki kontrollerde, tanı koyma sürecinde yapılan hatalar nedeni ile hastanın zarar görmesi anlamına gelmektedir. Tanının geç konulması, bilimsel olmayan, güncelliğini yitirmiş veya eksik yöntemlerle hatalı tanı konulması veya tanının hiç konulamaması, tanı için yapılan testlerin uygulanmasında yapılan hatalar tanı hatalarına dahildir.

2.      Tedavi Hataları
Tecrübeli bir uzman hekim standardı ölçüt alındığında, önlenebilir niteliğe sahip olan, hastaya herhangi bir şekilde zarar veren tedavinin yan etkileri, tedavi hataları olarak tanımlanmaktadır. Tedavi hataları, sakatlığın, sendromun, davranışın, enfeksiyonun veya diğer hastalık durumlarının, yukarıdaki niteliklere göre yanlış tedavilerini kapsamaktadır.

Tedavinin uygulamasında eksikliğin söz konusu olması, yanlış ilaç ya da yanlış dozda ilacın uygulanması, tedavinin geciktirilmesi, yanlış tedavinin uygulanması, gereksiz tedavinin uygulanması, ameliyat sonrası takibin yanlış, uygunsuz veya yetersiz yapılması gibi hatalı uygulamalar tedavi hatalarını oluşturur.
3.         Diğer Hatalar
Tanı veya tedavi hataları olarak tanımlanamayan, ancak tecrübeli bir uzman hekim standart ölçüt olarak alındığında ortaya çıkmayacağı söylenebilen ve hastaya zarar vermiş olan uygulamalar bu kategori içindedir. Özellikle iletişimde yetersizliğe bağlı hatalar, kullanılan ekipmanların yetersizliği ve diğer sisteme bağlı yetersizlikler örnek olarak sayılabilir.
Kusur Sorumluluğu Nedir?

Mevzuatımızda hekimlerin hukuki sorumlulukları kusur sorumluluğuna dayanır. Kusur sorumluluğu bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk olarak tanımlanabilir.

Dolayısıyla, hekimlerin, hatalı tıbbi müdahale sonucu sorumluluğunun doğabilmesi için,

-           hekimin fiilinin hukuka aykırı olması,

-           bir zararın meydana gelmiş olması,

-           söz konusu zararın hekimin kusurlu davranışının bir sonucu olarak meydana gelmiş olması ve

-           hekimin fiili ile meydana gelen sonuç arasında nedensellik (illiyet) bağının bulunması gerekmektedir. Bu unsurların hepsinin varlığı halinde söz konusu zarar bakımından hekimin hukuki ve cezai sorumluluğuna gidilebilir.

Hekimlerin Cezai Sorumluluğu

Yukarıdaki unsurların varlığı halinde,  hatalı tıbbi müdahale hastada yaralanmaya yol açmış ise Türk Ceza Kanunu'nun, somut olayın özelliğine göre taksirle yaralama, kasten yaralama, kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi ya da neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama

hükümlerinin uygulanması; ölüme yol açması halinde ise neticesi sebebiyle ölüme yol açan ağırlamış adam yaralama, kasten adam öldürme, taksirle öldürme, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi hükümleri uygulanmaktadır.

Hekimin cezai sorumluluğu bir başka yazımızda detaylı olarak ele alınacaktır. 

Hekimlerin Hukuki Sorumluluğu

Tıbbi müdahale, hekim ile hasta arasındaki bir sözleşme ilişkisinden kaynaklanabileceği gibi herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmaksızın gerçekleştirilen bir tedavi faaliyeti de söz konusu olabilir.

Hekim ve hastane ile hasta arasındaki sözleşme ilişkisinin hukuki niteliğine ilişkin çeşitli görüşler bulunmakla birlikte öğretideki baskın görüş ve yerleşik Yargıtay içtihatları uyarınca bu ilişki vekalet sözleşmesi hükümleri ile açıklanmaktadır. Estetik operasyonlar, protez diş yapımı gibi güzellik amacıyla yapılan tıbbi müdahalelerin söz konusu olduğu durumlarda ise hasta ile hekim arasındaki ilişkiye eser sözleşmesi hükümleri uygulanmaktadır.

Vekalet ilişkisinde sonuç garantisi bulunmaz. Eser sözleşmesinde ise sunulacak hizmetin yanı sıra “eser” olarak nitelendirilen bir sonuç da taahhüt edilir. Dolayısıyla eser sözleşmesi hükümlerinin uygulandığı durumlar hariç olmak üzere hekim ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi mevcutsa bu ilişki vekalet ilişkisi olarak kabul edilmektedir. Vekalet ilişkisinde, hekimin, gerçekleşmesi istenen sonucun elde dilememesinden dolayı sorumluluğu yoktur. Sonuca ulaşmak için tedavi amacıyla gerçekleştirdiği fiillerde gerekli dikkat ve özeni göstermiş olması yeterlidir.

Borçlar Kanunu'nun 49. Maddesi "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür" hükmünü içermektedir. 

Hekimlerin hukuki sorumluluğu kapsamında ikame edilen “malpraktis” davalarında maddi ve manevi tazminat talepleri, hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisinin bulunup bulunmamasına ve aralarındaki ilişkinin niteliğine göre sözleşmeye aykırılık, haksız fiil ve

vekaletsiz iş görme hükümlerine göre değerlendirilmektedir.

Hekime Karşı Kimler Maddi ve Manevi Tazminat Davası Açabilir?

Hekimin hatalı tıbbi müdahalesi sonucunda doğrudan maddi ve manevi zarara uğrayan kişi ya da kişiler hekime karşı tazminat davası açabilir. Hastanın ölümü halinde ise tazminat davasını  hastanın mirasçıları açabilir.

Hekime Karşı Açılan Maddi ve Manevi Tazminat Davasının İçeriğine Neler Dahildir?

Zarar maddi ve / veya manevi olabilir. Hekimin kusurlu eylemi neticesinde oluşabilecek maddi zarar kalemleri; tedavi giderleri ve çalışma gücünün kaybından ya da azalmasından doğan zararlardır. Hastanın ölmesi halinde ise hasta yakınları tarafından talep edilebilecek maddi zarar kalemleri; destekten yoksun kalma zararı, cenaze giderleri, ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün yitirilmesinden ya da azalmasından doğan kayıplardır.

Hatalı tıbbi müdahale sonucunda zarar gören hasta veya ölen hasta yakınları duydukları acı, elem, üzüntü nedeniyle manevi zararlarının  giderilmesini de talep edebilirler.

Hekime Karşı  Tazminat Davası Hangi Mahkemede Açılır?

Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kurumlarında çalışan hekimler de serbest çalışan hekimler gibi, hastayı tedavi etmek ve tıbben gerekli olanı yerine getirmekle yükümlüdür.

Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kurumlarında çalışan hekimin hastasına zarar vermesi halinde, görev kusuru söz konusu olur. Hasta veya yakınları doğrudan hekime karşı  tazminat davası açamaz.  Kamu personeli olan hekim aleyhine görev kusuru nedeni ile açılacak tazminat davaları, yalnızca idare aleyhine açılabilir. Zira, Anayasa’nın 40/3 hükmüne göre, kişinin resmi görevliler tarafından, haksız işlemler sonucu uğradığı zarar devlet tarafından tazmin edilir. Benzer bir düzenleme Anayasa’nın 129/5 maddesinde ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde de mevcuttur. İdarenin, dava neticesinde tazminat ödemek zorunda kalması ve olayda hekimin kusuru, ihmali ya da tedbirsizliği varsa ödemiş olduğu tazminat için hekime rücu davası açabilir. Görev kusurlarından dolayı ilgili idare aleyhine açılacak davalar idari yargının görev alanına girmektedir.  

Kamu görevlisi olmayan, yani özel sektörde çalışan hekimler veya çalıştıkları özel hastaneler aleyhine açılan malpraktis davaları ise adli yargının görev alanına girmektedir.

Hekimin özel sektöre ait sağlık kurumlarında faaliyet gösteriyor olması durumunda, açılan tazminat davasında Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesine göre Haksız Fiil Sorumluluğu, 66. maddesine göre Adam Çalıştıranın Sorumluluğu, 69. maddesine göre alet / edevat dolayısıyla sorumluluk, 112. maddesine göre akdi sorumluluk ve 502. maddesinde düzenlenen vekalet sözleşmesinin genel ve özel hükümleri uygulama alanı bulur.

Hekimle hasta arasında sözleşme ilişkisi mevcut değilse, hekim Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesine göre sorumlu olacaktır. Bu hükme göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Tazminat Davası İçin Zamanaşımı Süresi Ne kadardır?

Yukarıda belirttiğimiz gibi estetik operasyonlar ile protez diş yapımı gibi güzellik amacıyla yapılan hatalı tıbbi müdahalelerde eser sözleşmesi hükümleri uygulanmaktadır. Eser sözleşmesinden kaynaklı tazminat davalarında hekimin ağır kusurunun bulunduğu haller hariç tazminat talepleri beş yıllık zamanaşımına tabidir.  Hekimin ağır kusurunun  bulunması halinde ise zamanaşımı süresi yirmi yıldır. Zamanaşımı, zararın varlığının öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlar.

Estetik operasyonlar ile protez diş yapımı gibi güzellik amacıyla yapılan tıbbi müdahaleler dışındaki tıbbi müdahalelerde, sözleşme ilişkisinin varlığı halinde hekim veya hastane ile hasta arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı kabul edildiğinden, hatalı tıbbi uygulamada tazminat talepleri beş yıllık zamanaşımına tabidir.

Hasta ile hekim arasında bir sözleşme ilişkisinin bulunmadığı durumlarda ise hekimin sorumluluğu haksız fiil veya vekaletsiz iş görme hükümlerine dayandırılmaktadır. Buna göre hekimin eyleminin haksız fiil olarak değerlendirildiği durumlarda zamanaşımı süresi, zarar gören hasta veya yakınlarının zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yıldır. Hekimin hukuki sorumluluğunun vekaletsiz iş görme şeklinde ortaya çıkması halinde özel bir zamanaşımı düzenlemesi bulunmadığından TBK 146 uyarınca zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.

Kamu görevlisi olan hekimin hukuka aykırı eylemlerinden doğan zararlar nedeni ile idare aleyhine açılacak tam yargı davalarında ise zarar görenin idari yargıda dava açmadan önce eylemi öğrendiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak tazminat isteminde bulunması, bu istemin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istem hakkında 60 gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren 60 gün içerisinde idari dava açması gerekmektedir.

 

Saygılarımızla,

Av. Demet Cengiz Uslu