Hukuka aykırı olarak yaratılmış veya elde edilmiş bulguların yargılamada delil olarak kabul edilemeyeceği yasal mevzuatımızda benimsenmiş bir kuraldır. Normlar hiyerarşisine göre en üstte yer alan Anayasa’nın 38/8. Maddesi “Kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular delil olarak kullanılamaz.” hükmünü içerir. İnceleme konumuz açısından geçerli mevzuat olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 189/2. maddesi ise “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.” hükmünü içermektedir.
Her ne kadar yargılama faaliyetinin amacı maddi gerçeğe ulaşmak ise de; maddi gerçeğe ulaşmak için “her yolun mübah olmadığı” evrensel olarak kabul görmüş bir görüştür. İnsan haklarının bu denli geliştiği günümüz çağında kişilerin özel hayatları ihlal edilerek delil elde edilmesi yöntemini yargı sisteminin korumaması yerinde bir uygulamadır. Aynı şekilde bir kurgu ve kışkırtma neticesinde karşı tarafı ikrara yöneltmek ve buradan elde edilen delilin yargılama faaliyetinde kullanılıp hükme esas alınması da insan hakları ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmaz.
Bu kapsamda “Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir.” görüşü ile günümüzde birçok hukuk düzeninde kabul edildiği gibi ülkemiz yasal mevzuatında da hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılamayacağı kabul edilmiştir. Öyle ki yargılama faaliyetinde tek delil hukuka aykırı olarak elde edilmiş veya yaratılmış olan bir delil ise ve tüm maddi gerçeği ortaya çıkarmış olsa dahi buna dayanılarak hüküm kurulamaz.
Boşanma davaları da bir hukuk davasıdır ve bu kuralların tamamı boşanma davası için de geçerlidir. Ancak boşanma davasının özelinde Yargıtay tarafından geliştirilen uygulamalar neticesinde bir takım farklılıklar da ortaya çıkmaktadır.
Öncelikle tekrar ifade etmek gerekir ki hukuka aykırı delillerin yargılama faaliyetinde delil olarak kabul edilmemesinin temel amaçlarından birisi kişilerin özel yaşamları ve buna bağlı olarak insan hakları ile ilgilidir. Boşanma davalarında ayrıksı durumlar oluşmasının sebebi ise özel yaşam kavramından yola çıkılarak belirlenen ölçülerdir.
Evlilik birliği, iki kişinin müşterek bir hayat sürmesidir. Bunun getirisi olarak da taraflar müşterek bir alanda yaşamaktadırlar, hayatlarında kullandıkları birçok şey ortak olmaktadır. Yargıtay’ın hukuk davalarından ayrı olarak değerlendirdiği husus da anlatmış olduğumuz ortak alanlar ile ilgilidir. Şöyle ki; taraflar evlilik birliği içinde öncelikle ortak bir konutta yaşamakta, ortak araç kullanmakta, zaman zaman ortak sosyal medya hesapları kullanmakta veya birbirlerinin telefon şifresi veya sosyal medya hesaplarına ilişkin şifrelerini bilmektedirler.
Yargıtay tarafından genel kabul edilen görüş ise; bu ortak alanlarda elde edilen bulguların boşanma davalarında delil olarak değerlendirilebileceği yönündedir. Bu kabule gerekçe olarak ise evlilik birliği içinde kullanılan ortak alanların kişilerin özel alanını oluşturmadığı, tarafların müşterek alanları olması ve diğer eşin ulaşımına açık halde bulunması gösterilmektedir. Bu sebeple, eşlerden birinin ortak konutta, arabada, ortak sosyal medya hesabında veya şifresini bildiği telefondan elde ettiği bulgular delil olarak kullanılabilmektedir.
Bu gibi bulgular delil olarak kullanılmakla birlikte dikkat edilmesi gereken bazı hususlar da vardır. Öncelikle elde edilen bulguların bir kurgu sonucu elde edilmemiş olması gerekmektedir. Şöyle ki taraflardan biri ispatlamaya çalıştığı vakıa hakkında eşinden ikrar almak amacı ile bir kurgu sonucu bulgu elde etmişse bu bulgular hiçbir surette delil niteliği taşımayacaktır. “Hukuka aykırı delil” kavramının henüz mevzuatımıza dahil olmadığı zamanlarda dahi Yargıtay’ın istikrarlı görüşü bu yönde idi. Kısacası hukuka aykırı olarak yaratılan bulgular hiçbir surette delil niteliği taşımayacaktır.
Ortak alanlarda bulunan hatıra defteri, mektup, fotoğraflar ise hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil niteliğini taşımayacağından yargılamada ileri sürülebilecek deliller arasındadır. Telefon içerikleri ve sosyal medya paylaşımları açısından ise Yargıtay belirli kıstaslar geliştirmiştir.
Öncelikle telefon veya sosyal medya hesaplarının şifresi eş tarafından biliniyorsa ve bu şekilde elde edilmiş bir bulgu mevcutsa bu halde elde edilen bulgu delil niteliğini haiz olacaktır. Ancak telefonlara yükletilen casusluk programları, şifre kırma gibi yöntemler kullanılarak bu verilere ulaşılmışsa bu halde bu bulgular hukuka aykırı olarak elde edilmiş sayılacak ve yargılamada hükme esas teşkil etmeyecektir.
Ayrıca kişilerin sosyal medya hesapları üzerinden yapmış oldukları ve herkesçe görülebilir nitelik taşıyan paylaşımları da; kişi kendi isteği ile bunları herkesin erişimine açtığı için delil niteliğindedir. Aynı şekilde şifresi olmayan bir telefonun ortak alanda bırakılması neticesinde diğer tarafça elde edilen deliller de bu kapsamdadır.
Bir başka husus ise ses ve görüntü kayıtları ile ilgilidir. Hukuka aykırı delillerin hukuk sistemimizde dahil olmadığı ve bu denli önem kazanmadığı dönemlerde Yargıtay tarafından istikrarlı olarak benimsenen görüş belirli şartlar ile habersiz olarak kayda alınan görüntü ve seslerin boşanma davalarında delil olarak değerlendirilebileceği yönünde idi. Aile hayatını ve buna bağlı olarak kamu düzenini kişilerin özel hayatından daha üstün bir yerde tutan Yargıtay, taraflardan birinin eşinin haberi olmaksızın almış olduğu ses ve görüntü kaydını; vakıanın başkaca hiçbir şekilde ispatlanamayacağı hallerde delil olarak kabul etmekteydi. Kısacası korunmaya değer menfaat ile zarar gören menfaat arasında bir denge oluşturularak istikrarlı bir sonuca ulaşılmıştır. Boşanma davası açısından böyle bir görüşün benimsenmesinin amaçları arasında aile hayatının mahrem oluşu ve bazı vakıaların sadece taraflar arasında geçmiş olup somut olayın mahiyeti gereği başka bir ispat aracının mevcut olmayışı ve özellikle zina eylemlerinin gizli alanlarda gerçekleştiriliyor olması gelmektedir.
Hukuka aykırı delil kavramının hukuk sistemimiz içerisinde yer alması ve uygulama bulmasının akabinde ise Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 07.03.2017 tarihinde, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 27.03.2017 tarihinde vermiş oldukları kararlar ile bu istikrar kazanan görüşün aksine; taraflardan birinin eşinin haberi olmaksızın kayıt altına aldığı ses ve görüntülerin diğer eşin özel hayatını ihlal ettiği ve hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin hiçbir surette yargılamada kullanılamayacağı gerekçesi ile mahkemede delil olarak kullanılamayacağına hükmedilmiştir.
Yukarıda açıklanan hususları özetlemek gerekirse;
Kurgu sonucu yaratılarak elde edilen bulgular, şifre kırma, casusluk programları kullanılmak sureti ile eşin sosyal medya hesaplarında veya telefonunda bulunan ve herkesin erişimine açmamış olduğu bulgular, Eşin haberi olmaksızın kayıt altına alınan ses ve görüntüler hukuka aykırı delil olarak nitelendirilmekte ve boşanma davalarında delil olarak kullanılamamaktadır.
Bununla birlikte; tarafların müşterek alanları içerisinde elde edilen bulgular, şifresi bilinen veya şifresi olmayan telefon veya sosyal medya hesaplarından elde edilen bulgular veya kişinin kendi isteği ile herkesin erişimine izin vermiş olduğu sosyal medya paylaşımları hukuka aykırı delil değildir ve yargılamada hükme esas teşkil edebilecek niteliktedir.
Aile kurumunun üstünlüğü ve evlilik birliğinin sadece iki kişi arasında gerçekleşen mahremiyet içeren özel durumu karşısında delil yasaklarının esnetilmesi, korunan hukuki değer ile kıyaslandığında ölçülü bir yöntemdir.
Kanaatimizce; yine aynı bakış açısı ile Yargıtay tarafından benimsenen istikrar kazanmış eski hukuki görüş bu kapsamda daha hakkaniyetlidir. Taraflardan birinin başka hiçbir suretle ispatlayamayacağı bir vakıa açısından eşin haberi olmaksızın alınan ses ve görüntü kaydının delil olarak değerlendirilmesi zarar gören menfaat ile korunmak istenen menfaat arasında daha adil bir dengenin oluşmasını sağlayabilir.
Saygılarımızla.