Aile, birçok toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da sevgi ve saygının dışında güven ve sadakat kavramları temeline oturtulmuş bir birimdir. Öyle ki bu kavramlar hukuk sisteminde de ‘Evlilik’ ve ‘Boşanma’ gibi müesseselerle ilgili yasaların çıkarılması ve yaptırımların uygulanmasında büyük role sahip olmuştur.
Türk Medeni Kanunu’nun 185.maddesinin 2. Fıkrasında;
‘Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar’ denilmek suretiyle eşler için sadakat yükümlülüğü getirilmiştir. Ancak ‘sadakat yükümlüğü’ nün tanımı yapılmamıştır.
Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Türkçe Sözlüğe göre sadakat ‘İçten Bağlılık’ olarak tanımlanmıştır. Aldatma ise ‘Karı kocadan birinin eşine sadakatsizlik etmesi’ şeklinde tanımlanmakla birlikte aslında bu tanımdan aldatmanın, sadakat yükümlülüğünün ihlali kapsamı içerisinde yer aldığı sonucuna varılabilir.
Aldatıldığını kanıtlayan eşin hem boşanma talebi mahkeme tarafından kabul edilmekte hem de aldatan eş yüklü miktarlarda maddi ve manevi tazminata mahkum edilebilmektedir.
Aile hukukunda tazminat talebi karı koca arasında mümkün olabilirken Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2010/4-129 Esas 2010/173 Karar 24.03.2010 tarihli kararı ile aldatılan eşe, aldatan eşin sevgilisine de haksız fiil hükümleri çerçevesinde manevi tazminat davası açabilme imkanı tanınmıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararında bu husus,
‘ Uyuşmazlık; davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin kabulünde olan davalının, bu eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı ve hukuki sorumluluğunu gerektirip gerektirmediği, noktalarında toplanmaktadır. Evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.
Davalının davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen "haksız fiil"den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır. Sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi, teselsül ilişkinde bulunan davalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını ortadan kaldırmaz. Mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek, bundan kaynaklanan zararın kapsamı belirlenmeli ve varılacak uygun sonuca göre bir karar verilmelidir. şeklinde açıklanmıştır.
Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 09.05.2013 tarihli 2013/1404 Esas, 2013/8415 Karar sayılı kararında da;
‘Davalının, davacının resmi nikahlı eşi ile evli olduğu süre içinde cinsel birliktelik kurduğu, eşin davacıya karşı sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği, davalının da eşin eylemine bilerek iştirak ederek davacının zarar görmesine neden olduğu anlaşılmaktadır.’ gerekçesi ile tazminat istemi kabul edilmiştir.
Türk Borçlar Kanunu çerçevesinde haksız fiilden söz edilebilmesi için mevcut olması gereken koşullar:
1. Fiil (Davranış)
Müspet ya da menfi bir fiilin gerçekleşmiş olması gerekmektedir.
2. Zarar
Gerçekleştirilen fiil neticesinde meydana gelen bir zarar olmalıdır. Bu zarar maddi olabileceği gibi manevi zarar da olabilir.
3. İlliyet Bağı
Gerçekleştirilen fiil ve oluşan zarar arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Aksi söylemle zarar ‘Mücbir sebep’, ‘Üçüncü kişinin kusuru’ ya da ‘Zarar görenin kusuru’ gibi nedenlerle meydana gelmiş olmamalıdır.
4. Hukuka Aykırılık
Türk Borçlar Kanunu’nun 49.maddesinde ‘Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.’ denilmek suretiyle ahlaka aykırılığın da bu kapsamda değerlendirileceği açıkça ifade edilmiştir.
5. Kusur
Fiili gerçekleştiren kişinin fiilin gerçekleşmesi sonucu zararın ortaya çıkacağını bilmesi ve bunu bilerek fiili gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Yargıtay Genel Kurulu yukarıda bahsi geçen kararla aldatılan eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde bir eylem olduğunu ayrıca ahlaka ve adaba aykırılık nedenleriyle haksız fiil şartlarının gerçekleştiğini belirtmiştir. Yargıtay 4.Hukuk dairesi de bahsi geçen kararda üçüncü kişinin, aldatan eşin eylemine bilerek iştirak ettiğini gerekçe göstererek aldatılan eşe yönelik zarar verme kastının olduğunu belirtmiştir.
Bu kararlar teoride hala tartışmalı olsa da uygulama açısından aldatılan eşlerin lehine sonuçlar doğurmaya başlamış ve bu husustaki dava sayıları giderek artmıştır.
2015 yılında Yargıtay 4.Hukuk Dairesi ise 2014/8510 Esas 2015/7762 Karar 11.06.2015 tarihli kararı ile tamamen aksi yönde bir karara hükmetmiştir. Söz konusu kararda Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin gerekçesi şu şekildedir:
‘Davalının ve dava dışı eşin davacıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir. Davalının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalının doğrudan davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Yasada yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.
Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK. nun müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, söz konusu Yasanın 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir. 818 sayılı BK.nın 49.( TBK.nın 58 ) maddesine göre, davalının eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekir.’
Görüldüğü üzere Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, aldatan eşin sevgilisinin eylemini, aldatılan eşe doğrudan zarar vermek amacıyla gerçekleştirmediğini kabul ederek Kanun’da da bu konuya ilişkin açık bir hüküm bulunmadığına değinmiştir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin kararı ile aldatılan eşlerin, 3. kişiye karşı manevi tazminat davası açmasının önü kapatılmış gibi görünse de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu hususta yeni bir karar verip vermeyeceği önümüzdeki günlerde açıklığa kavuşabilecek bir konudur.
Saygılarımızla,
Av. Duygu Aydar
İlgili Yargıtay Kararları: